6 Şubat 2013 Çarşamba

İçinden aşk geçen şehir: PARİS


Paris sadece yaz aylarında değil kışın dondurucu soğuğunda da güzel

Paris üzerine çok sayıda şiir, kitap yazıldı, sayısız film çekildi. Dünyanın en güzel başkentlerinden biri olan şehri, 15 dakikalık giriş sahnesiyle en güzel özetleyen filmlerden biri Midnight in Paris (Paris’te geceyarısı) oldu. İki arkadaşımla birlikte 2000’li yılların başında gittiğimiz ve doyamadığımız Paris’e yeniden gitme kararında bu filmin önemli etkisi oldu.

Sacre Coeur'un ihtişamı görülmeye değer
KIŞIN BİLE GÜZEL

Paris en güzel ilkbahar ya da sonbaharda yaşanır. Ancak bizim sabırsızlığımız kışın en soğuk ayında (aralık) buraya gitmemize engel olamadı.  Gördük ki Noel’e hazırlanan ve tatlı bir telaşın yaşandığı buz gibi sokaklarında Paris, kışın soğuğunda bile güzel. Soğuğa dayanamayan biri olarak bu mevsimde bana bile güzel.

Her şehir insanın damağında bir tat bırakır. Paris’i tarif etmek imkansız. Kendimi bu tarifi yapmaya zorlarsam da Laduree’nin karamelli macaronunu seçerim. Gerçekten tatlı, tatlının da tatlısı. Ama bayıcı değilJ

Avrupa şehirlerini gezdikçe bir seyahat körlüğü yaşamaya başlıyorsunuz. Ancak Paris, kendine özgü tavırlarıyla bu körlüğü yenmeyi başarıyor. Renkli ve kalabalık Champs Elysee, romantik Montmartre, tarih kokan Notre Damme ile Paris aslında birkaç günlüğüne değil en az bir aylık bir turda keşfedilebilir. Çünkü her ziyaret ettiğiniz yer sizde öyle bir his bırakıyor ki bir sonraki gün oraya özlem duymaya başlıyorsunuz. Belki bir ayda Paris’i yaşayarak gerçek anlamda şehrin tadına varabilirsiniz.

 ROMANTİK ŞAİRLER MEYDANI

Monmartre'deki Ressamlar Meydanı'nda kendi portrenizi
birkaç dakikada çizdirebiliyorsunuz 
Bana göre Paris’in en romantik yeri Monmartre. Şehre 130 metre tepeden baktığınız bu yer, adeta şehri gözetleyen Sacre-Coeur Kilisesi, Ortaçağ köylerini andıran daracık tarihi sokakları,  ressamların toplandığı ve ayaküstü sanat eseri çıkardıkları sanatçılar meydanı ile bana göre şehrin en görülesi yerlerinden. Kapitalizm hediyelik eşya dükkanları dışında adeta buraya uğramamış. Paris’e tepeden bakan Sacre-Coeur Kilisesi’nin içine mutlaka girin. Hatta denk getirebilirseniz pazar günü bir ayine katılırsanız buranın tarihi havasını tam anlamıyla yaşayabilirsiniz. Hem şehre yakın olmak hem de tarihin içinde yaşamak için buraya yakın sokaklardaki küçük oteller de ideal yerler arasında.

Eyfel Kulesi şehrin en kalabalık yerlerinden. Yılın 365 günü çevresi turistlerle dolu Eyfel yağmurlu bir havada bile turistlere gülümsüyor. Bazılarına göre gerçek bir çekim merkezi bazılarına göre ise pazarlaması mükemmel yapılan demir yığını ola Eyfel, başlı başına İstanbul’dan fazla ağırladığı turist sayısıyla dünyanın en çok ziyaret edilen yerler listesinde ilk sırada. Sanırım bu istatistik bile insana daha fazla söz söylemeye gerek bırakmıyor. Şehri Eyfel’den görmek için turlar da mevcut. İsterseniz Eyfel’in içindeki restoranda yemek yiyerek bu anı unutulmaz bir anıya dönüştürebilirsiniz. Ya da Eyfel’e karşıdan bakan ara sokaklardan birinde oturabilir, kahvenizi yudumlarken bu görkemli yapıyı inceleyebilirsiniz. Ancak bu çevredeki kafelere dikkat. Çünkü bazı kafeler yemek saatinde kahve servisi yapmıyor. Bizim oturduğumuz Salone de The adını taşıyan kafedeki gibi “Kahve servisi yapmıyoruz. Bitmiştir” diyen kaba garsonlarla karşılaşabilirsiniz. Bu kafede karşımızda oturan Avustralyalı çift “Çok kaba davrandı. Bizce paranızı harcamaya değmez diyerek masadan kalkıyor. Biz de onlarla birlikte kalkıp hemen karşısındaki kafeye geçiyoruz.
LOUVRE'A BİR GÜN YETMEZ

Eyfel’den çıktıktan sonra bir sonraki durağımız Louvre Müzesi. Müzeye adım atar atmaz karşılaştığımız kalabalık insanın başını döndürüyor. İnsan önce bir “Acaba bu sıraya hiç girmeyip dışarı mı çıksam diye düşünüyor. Ancak sonra kendini motive edip sıraya giriyor. Neyse ki sıra hızlı ilerliyor. İçeri girdikten sonra ilk durak 10 yıl önce Louvre’ın içinde koşturarak bulduğum ve hayal kırıklığına uğradığım Mona Lisa tablosu. O kadar küçük ve gösterişsiz ki Louvre’un içindeki dev sanat eserlerini görünce Leonarda da Vinci’nin bu tablosunun özelliği ne diye düşünüyorsunuz. Üstelik bazı söylentilere göre çalınma riskine karşı gördüğünüz tablo bir replika. Biz sadece söylentilerin yalancısıyız.

Louvre’a saatler yetmez, bir tam gün ayırmalısınız. Biz yaklaşık 4-5 saat kaldık buna rağmen tamamını gezemedik. En iyi elinize girişte dağıtılan rehberlerden alın ve bölüm bölüm gezin. Ayaklarınıza kara sular indiğini fark ettiğinizde ise bir ara verip alt kattaki kafelerden birine oturun, biraz nefes alın ve gezmeye devam edin. Ama sakın yarım bırakıp çıkmayın.

NOTRE DAMME HÜZÜN KOKUYOR

Buradan sonra ise yürüme mesafesindeki Notre Damme Kilisesi’ne gidiyoruz. Dışarıdan o kadar görkemli ki yapıyı tam karşıdan izleyebilmek için basamaklar yerleştirmişler.Ancak sadece dışarıdan seyretmek yetmez. İçerisi loş ışığı ve sessizliğiyle farklı bir his uyandırıyor.

Biz Notre Damme’ı sırılsıklam eden bir yağmurda gezdik. Eminim baharda buranın keyfini çıkarmak daha farklı oluyordur. Ardından çoraplarımıza kadar ıslatan bu yağmura rağmen Seine Nehri boyunca yürüdük. Seine Nehri yağmurda buğulu bir renk alıyor. Fotoğraf meraklıları için mükemmel bir sahne halini alıyor.

 
ARA SOKAKLARDA YÜRÜYÜN

Nehrin üzerinden geçip dümdüz ilerlediğinizde yıl sizi Champs Elysee’in son bulduğu sokağa çıkarıyor. Bu caddeden yukarı yürüyerek dünyanın en pahalı ve popüler caddesinin tadını çıkarın. Ama beni Champe Elysee’yi kesen ara sokaklar daha çok etkiledi. Çünkü cadde her yerde görebileceğiniz uluslararası markalarla dolu. Ara sokaklarda ise Paris’te olduğunuzu gerçekten anlayabileceğiniz küçük ve şirin ‘provence’ tarzı kafeler ve butik mağazalar var. Lütfen sadece Champs Elysee ile sınırlı kalmayın ve bu ara sokaklara da girerek Paris ruhunu yaşayın. Cadde üzerinde oturup yemek yiyebileceğiniz lokal alternatif fazla yok Genelde İtalyan ve uluslararası mutfaklardan örnekler var. Ara sokaklarda ise kiş gibi gerçek Fransız lezzetlerini bulabilirsiniz.
 
Paris’e kış aylarında gidecekseniz tatlı bir Noel telaşının yaşandığı günlerde gidin. Gittiğiniz her mağaza her restoran Parislilerden çok turistlerle dolu. Ancak yine de o tatlı telaş güzel bir his bırakıyor insanda. Ekonomik krizin etkileri ise özellikle Noel zamanında mağazalara rastlamamış. Herkes alışverişte. Şehrin en büyük çok katlı mağazası (departmant store) LaFayette adeta semt pazarına dönmüş. Adım atacak yer yok. Lüks mağazalar Parislilerde çok Uzakdoğulular doldurmuş. Tüm mağazalar yeni yıla özel rengarenk görsel şovlarda tasarlanmış. LaFayette mağazası bu görsel şöleni o kadar abartmış ki dev mağazanın vitrini dans eden manken ve kutup ayısı figürleriyle turistlerin çekim alanı haline gelmiş. İçeri girmeyenler bile kapının mağaza önünde fotoğraf çektirerek bu kalabalığa karışıyor. Şehrin en ünlü tatlı butiği Laduree’de bu görsel şölene vitrin süslemesiyle katkıda bulunmuş. Ancak bu sıradan bir şov değil. Şehrin en eski Laduree dükkanından içeri girdiğinizde sıradan bir kafeye girmediğinizi anlıyorsunuz. Çünkü eğer bir şeyler satın alıp çıkmayacaksanız kafede oturmak için içeri yöneliyorsunuz. Ancak garson sizi kapıda karşılıyor ve sırayı gösteriyor. İçeride oturmak için ayakta sırada bekliyorsunuz. Neyse ki biz uzun süre beklemeden hemen boşalan bir masaya aldılar. İçerisi sizi adeta geçmişe yolculuğa çıkarıyor. Kafenin nostaljik tasarımı yapay değil. Bardaklarından tabaklarına kadar her şey Paris kokuyor.


Eyfel'in ihtişamı görenleri büyülüyor