Paris sadece yaz aylarında değil kışın dondurucu soğuğunda da güzel |
Paris üzerine çok sayıda şiir, kitap yazıldı, sayısız film çekildi. Dünyanın en güzel başkentlerinden biri olan şehri, 15 dakikalık giriş sahnesiyle en güzel özetleyen filmlerden biri Midnight in Paris (Paris’te geceyarısı) oldu. İki arkadaşımla birlikte 2000’li yılların başında gittiğimiz ve doyamadığımız Paris’e yeniden gitme kararında bu filmin önemli etkisi oldu.
Sacre Coeur'un ihtişamı görülmeye değer |
Paris en güzel ilkbahar ya da sonbaharda yaşanır. Ancak
bizim sabırsızlığımız kışın en soğuk ayında (aralık) buraya gitmemize engel
olamadı. Gördük ki Noel’e hazırlanan ve
tatlı bir telaşın yaşandığı buz gibi sokaklarında Paris, kışın soğuğunda bile
güzel. Soğuğa dayanamayan biri olarak bu mevsimde bana bile güzel.
Her şehir insanın damağında bir tat bırakır. Paris’i tarif
etmek imkansız. Kendimi bu tarifi yapmaya zorlarsam da Laduree’nin karamelli
macaronunu seçerim. Gerçekten tatlı, tatlının da tatlısı. Ama bayıcı değilJ
Avrupa şehirlerini gezdikçe bir seyahat körlüğü yaşamaya başlıyorsunuz.
Ancak Paris, kendine özgü tavırlarıyla bu körlüğü yenmeyi başarıyor. Renkli ve
kalabalık Champs Elysee, romantik Montmartre, tarih kokan Notre Damme ile Paris
aslında birkaç günlüğüne değil en az bir aylık bir turda keşfedilebilir. Çünkü
her ziyaret ettiğiniz yer sizde öyle bir his bırakıyor ki bir sonraki gün oraya
özlem duymaya başlıyorsunuz. Belki bir ayda Paris’i yaşayarak gerçek anlamda
şehrin tadına varabilirsiniz.
Monmartre'deki Ressamlar Meydanı'nda kendi portrenizi birkaç dakikada çizdirebiliyorsunuz |
Bana göre Paris’in en romantik yeri Monmartre. Şehre 130
metre tepeden baktığınız bu yer, adeta şehri gözetleyen Sacre-Coeur Kilisesi,
Ortaçağ köylerini andıran daracık tarihi sokakları, ressamların toplandığı ve ayaküstü sanat
eseri çıkardıkları sanatçılar meydanı ile bana göre şehrin en görülesi
yerlerinden. Kapitalizm hediyelik eşya dükkanları dışında adeta buraya
uğramamış. Paris’e tepeden bakan Sacre-Coeur Kilisesi’nin içine mutlaka girin.
Hatta denk getirebilirseniz pazar günü bir ayine katılırsanız buranın tarihi
havasını tam anlamıyla yaşayabilirsiniz. Hem şehre yakın olmak hem de tarihin
içinde yaşamak için buraya yakın sokaklardaki küçük oteller de ideal yerler
arasında.
Eyfel Kulesi şehrin en kalabalık yerlerinden. Yılın 365 günü
çevresi turistlerle dolu Eyfel yağmurlu bir havada bile turistlere gülümsüyor.
Bazılarına göre gerçek bir çekim merkezi bazılarına göre ise pazarlaması
mükemmel yapılan demir yığını ola Eyfel, başlı başına İstanbul’dan fazla
ağırladığı turist sayısıyla dünyanın en çok ziyaret edilen yerler listesinde
ilk sırada. Sanırım bu istatistik bile insana daha fazla söz söylemeye gerek
bırakmıyor. Şehri Eyfel’den görmek için turlar da mevcut. İsterseniz Eyfel’in
içindeki restoranda yemek yiyerek bu anı unutulmaz bir anıya
dönüştürebilirsiniz. Ya da Eyfel’e karşıdan bakan ara sokaklardan birinde
oturabilir, kahvenizi yudumlarken bu görkemli yapıyı inceleyebilirsiniz. Ancak
bu çevredeki kafelere dikkat. Çünkü bazı kafeler yemek saatinde kahve servisi
yapmıyor. Bizim oturduğumuz Salone de The adını taşıyan kafedeki gibi “Kahve
servisi yapmıyoruz. Bitmiştir” diyen kaba garsonlarla karşılaşabilirsiniz. Bu
kafede karşımızda oturan Avustralyalı çift “Çok kaba davrandı. Bizce paranızı
harcamaya değmez diyerek masadan kalkıyor. Biz de onlarla birlikte kalkıp hemen
karşısındaki kafeye geçiyoruz.
LOUVRE'A BİR GÜN YETMEZEyfel’den çıktıktan sonra bir sonraki durağımız Louvre Müzesi. Müzeye adım atar atmaz karşılaştığımız kalabalık insanın başını döndürüyor. İnsan önce bir “Acaba bu sıraya hiç girmeyip dışarı mı çıksam diye düşünüyor. Ancak sonra kendini motive edip sıraya giriyor. Neyse ki sıra hızlı ilerliyor. İçeri girdikten sonra ilk durak 10 yıl önce Louvre’ın içinde koşturarak bulduğum ve hayal kırıklığına uğradığım Mona Lisa tablosu. O kadar küçük ve gösterişsiz ki Louvre’un içindeki dev sanat eserlerini görünce Leonarda da Vinci’nin bu tablosunun özelliği ne diye düşünüyorsunuz. Üstelik bazı söylentilere göre çalınma riskine karşı gördüğünüz tablo bir replika. Biz sadece söylentilerin yalancısıyız.
Louvre’a saatler yetmez, bir tam gün ayırmalısınız. Biz yaklaşık 4-5 saat kaldık buna rağmen tamamını gezemedik. En iyi elinize girişte dağıtılan rehberlerden alın ve bölüm bölüm gezin. Ayaklarınıza kara sular indiğini fark ettiğinizde ise bir ara verip alt kattaki kafelerden birine oturun, biraz nefes alın ve gezmeye devam edin. Ama sakın yarım bırakıp çıkmayın.
NOTRE DAMME HÜZÜN KOKUYOR
Buradan sonra ise yürüme mesafesindeki Notre Damme Kilisesi’ne gidiyoruz. Dışarıdan o kadar görkemli ki yapıyı tam karşıdan izleyebilmek için basamaklar yerleştirmişler.Ancak sadece dışarıdan seyretmek yetmez. İçerisi loş ışığı ve sessizliğiyle farklı bir his uyandırıyor.
Buradan sonra ise yürüme mesafesindeki Notre Damme Kilisesi’ne gidiyoruz. Dışarıdan o kadar görkemli ki yapıyı tam karşıdan izleyebilmek için basamaklar yerleştirmişler.Ancak sadece dışarıdan seyretmek yetmez. İçerisi loş ışığı ve sessizliğiyle farklı bir his uyandırıyor.
Biz Notre Damme’ı sırılsıklam eden bir yağmurda gezdik.
Eminim baharda buranın keyfini çıkarmak daha farklı oluyordur. Ardından
çoraplarımıza kadar ıslatan bu yağmura rağmen Seine Nehri boyunca yürüdük.
Seine Nehri yağmurda buğulu bir renk alıyor. Fotoğraf meraklıları için mükemmel
bir sahne halini alıyor.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhQO0Q3K7KGNCIo5IUFAJgpdOvh6Hn77oBrZy7N_IJBxQagiKjkHw6_LCYdDMMULa5QJ-rNw5sHoycCWCRgdVgiuNPpVxbDn9kS5KFySM_4NRqVza6c-_YoX3ioha5C31dVH7w_j_0EZaTH/s320/IMG-20121214-01756.jpg)
![]() |
Eyfel'in ihtişamı görenleri büyülüyor |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder