Türkiye’de oksijen oranının en yüksek olduğu yerlerden biri
olarak bilinen Kaz Dağları, sadece doğası değil efsanelere konu olan hali ve kartpostaldan
çıkmış izlenimi veren taş yapılı köyleriyle görülmeye değer. Bölgede sadece
doğa ve tarihin değil sıcacık insanların da değerini anlayacaksınız
Tarih boyunca masallara, efsanelere konu olan Kaz Dağları’nın
bol oksijenli, insanı inzivaya davet eden, geçmiş zamanda yaşıyor hissi veren
halini hep merak etmişimdir. Çevremdekilerin ballandıra balllandıra
anlatımlarına uzun zaman dinleyip bir türlü oraya gidemeyenlerdendim. Sınırlı
izinlerinde tatilimi yaz aylarına ve deniz kenarlarına saklamayı tercih
ederdim. Ya da görmediğim bir Avrupa başkentine gitmeyi yeğledim hep. Ta ki işi
bırakıp hamileliğimi evde geçirene kadar. Aklıma koydum. Hem benim hem de karnımdaki
bebeğimin kalabalık İstanbul’dan uzaklaşıp
tertemiz havayı, bol oksijeni içimize çekeceğimiz bir yere gitmeye
ihtiyacımız vardı. Eşimin tatilini de birleştirip kendimizi Kaz Dağları’na
attık.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgvTeFi-CU-wKf7vDjUpGAFES3NaTWfwACTHlH83z3xUoOb4F-m0QhlBluCD71kDLt1AUrTioTf1wKX9C-VBh1KbGeUUUkKBg_7GcHS7gTdX693xwmen5xXAhh7tzcSsAwu_lNjtlffHtI0/s400/IMG_1504.jpg)
Köy havası yorgunluğu
unutturdu
Kaz Dağları diye anlatılan bölge aslında büyük bir alan.
Nereye gideyim diye araştırırken, çevremdekilerin de tavsiyeleriyle Yeşilyurt
Köyü’nde karar kıldık. Arabamızla İstanbul’dan yola çıktık. Çanakkale’ye bağlı
olduğundan, insan çok uzun bir yol gitmeyecekmişiz hissine kapılıyor. Ancak
belki hamileliğin de etkisiyle yaklaşık 5 saatlik araba yolculuğu bana oldukça
uzun geldi. Ancak Yeşilyurt Köyü’ne vardığımızda gördüğüm manzara, sıcak ve
samimi ortam tüm yolculuğu unutturmaya yetti. Deniz ve orman manzarasına hakim
odamızın camını açtığımda kulağıma gelen kuş sesleri inanın tüm yorgunluğumu
aldı. Bu cümlelerle laf sanatı yapmıyorum, inanın derin bir nefes aldığınızda
içinize çektiğiniz oksijen sizi iyi hissetirmeye yetecek cinsten.
Yolunuzu uzatmak
isteyeceksiniz
Otele yerleştikten sonra köyü gezmeye çıktık. Burası tarihi
Ege evlerinin bulunduğu bir köy. Sokakları daracık. Arabayla giremeyecek
cinsten. Ancak misafirlerin çoğu İstanbul ve çevre illerden geldiğinden o
daracık sokaklara arabayla girmeyi göze alıyor. Köyün dokusu hiç bozulmamış.
Aslına bakarsanız burada köylülerden çok şehirden buraya yerleşenler hakim olmuş
denebilir. Birçok eski ev yenilenmiş. Hepsi de mutlaka görülmesi gereken
cinsten. Köy küçücüki dar sokaklarda kaybolmanız mümkün değil. Şehirden buraya
yerleşen ya da yaz aylarında kalanlar da olduğundan sosyal hayat da var. Köyün
dokusunu bozmayan şirin kafeler buraya
eşlik ediyor. Köyün girişindeki köy kahvesi ise en sıcak ortamalardan birini
sunuyor. Köyün içinde ve girişinde başka butik oteller de var. Hepsi de
kaliteli ve kalınabilir cinsten. Hepsi birbirine bağlanan ve kendinizi otelin
ya da köy kahvesinin önünde bulunduğunuz bu sokakların tadını daha çok
çıkarrtabilmek için yolunuzu uzatmaya çalışıyorsunuz. Bu nedenle aynı yerlerden
üç kere geçtiğimiz bile oldu. Ayrıca köyün içinde köylüleri de görebilirsiniz.
‘Şehirliler’le dolmuş izole br köye dönüşmemiş hala. Ancak yakın zamanda bu
hale gelebileceğe benziyor. Köy kahvesinin hemen karşısında bulunan iki
dükkandan köylülerin sattığı zeytin, zeytinyağı, pekmez gibi bölgeye özgü
ürünleri satın alabilirsiniz. Hatta ürünleri beğenirseniz kargoyla bile gönderim
yaptıklarını öğrendik.
Adatepe, pastoral bir
tablo gibi
İlk günü köyde geçirdikten sonra ikinci gün başka yerler
görmeye çıktık. İlk durağımız Adatepe Köyü oldu. Yeşilyurt Köyü’ne maksimum
yarım saat uzaklıkta. O kadar mistik bir yapısı var ki, köye ulaşmadan uzaktan
gördüğünüz siluet sizi oraya bağlamaya yetiyor. O tarihi doku adeta ressam
tarafından çizilmiş bir resmi andırıyor. Adatepe’de Yeşilyurt köyüne oranla
daha büyük ve geniş. Girişte yine sizi bir köy kahvesi karşılıyor. Eski Rum
evleri tarzında taş yapılar, renkli kapılar burayı çok hareketli ve eğlenceli
kılıyor. Sokaklar daha geniş, evlerin dokusu daha güzel. Ancak Yeşilyurt köyüne
oranla Adatepe’ye daha çok müdahale edilmiş. Tarihi dokuya hakim kalınmış ancak
köydeki evlerin çok önemli bir bölümü (neredeyse yüzde 60-70 denebilir) restorasyondan
geçirilmiş.Her birinde ya birinin yazlığı ya da jafa dinleme mekanı haline
gelmiş ya da bir butik otele çevrilmiş. Köyün dokusunun korunması güzel ama
buraya gösterilen ilgi bu dokunun sadece mimariyle korunabileceğini düşünüyor
olsa gerek. Köylülerin hayatlarına müdahale ettiğinizde orası yakında ya da
şimdiden Alaçatı olmaya aday.
Asos’un sakin hali
Üçüncü günümüzü Assos ve Bahramkale’ye ayırıyoruz. Assos
Yeşilyurt’a 1.5 saat kadar uzaklıkta ve yol da genel olarak çok iyi değil.
Assos sahiline varmadan önce Assos (Behramkale) Antik Kenti karşılıyor sizi. Gerçekten
görülmeye değer.Assos sahiline geldiğinizde ise tarihi dokudaki dar ve yokuşlu
sokaklarla karşılaşıyorsunuz. Buradaki doku daha farklı. Genelde sahil
kenarında taş yapıdaki oteller var. Ara sokaklarda da güzel taş evlerle
karşılaşıyorsunuz. Deniz kenarında balık yemeden dönmeyin buradan. Sezon
açıldağı bahar aylarında boş sahil daha çekici geliyor.
Bir sonraki günümüzü ise gerçek Kaz Dağlarına ayırıyoruz:
Kaz Dağları Milli Parkı’na. Ve herkes güneşin tadını çıkarırken biz gerçek
oksijenin kaynağına ulaşmak için 1774 metre
yükseklikte karlar altında bir manzaradan bölgenin keyfini çıkarıyoruz.
Kaz Dağları Milli Parkı’na tek başınıza çıkamıyorsunuz. Bir rehber size eşlik
ediyor. Mutlaka arabayla gidin çünkü burası bir piknik ya da mesire alanı gibi
bir yer değil. Arabayla milli parkın etrafı en az bir saat sürüyor. Muhteşem
bir bölge manzarasının yanı sıra rehberimiz daha erken saatlerde gelseydiniz geyik
ve dağ keçisini görmek imkanımız olduğunu anlatıyor. Ayrıca bu dağlarda 36 tanesi
sadece bu bölgeye özgü olan 800 bitki türünün yaşadığını öğreniyoruz. İstanbul’a
dönmeden önce içimize bol oksijeni depolayıp buradan ayrılıyoruz.
Doğayı gerçekten içinize çekmek için Zeytinli Bölgesi’nde
yer alan Hasanboğuldu göleti ve Sütuven Şelalerine de gitmelisiniz. Göletin adı
ilgimi çekiyor. Bir hikayeden adını aldığı apaçık ortada. Konu ise tahmin
edilebileceği gibi yine bir aşk hikayesi: Ova köylerinden birinde yaşayan Hasan
adlı bir genç köyden bir kızı sever. Babası kızı vermek istemez ve Hasan’a bir
çuval tuzu ovadaki köyden dağ köyine kadar taşımasını ister. Hasan bu isteği
yerine geti,rmek isterken bugün adını alan gölette boğulur.
Zeus’un aşık olduğu
yer
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQqIiiXBPdLc6AZsQFksWncJjRZg6SNO8cAXThgXXdejgSZtQ331TSGKPrfyxuO0jMXap7mDqKOEzHYWfOrb2oCfgqe9jgB6PjuUWZXSAKGQ4frlcXbnwrdmxtc5fhNGx4Mvc_tfPCL4wX/s320/IMG_1690.jpg)
Kaz Dağları, doğası, manzarasıyla olduğ kadar içinizi
ısıtacak insanlarıyla da görülmeye değer. Yol üstünde karşılaştığınız herkes
size birşey sunuyor. Bölgede yaşayan tarih sevdalısı Alibey Kudar isimli
girişimci de bulardan biri. Emekli bir öğretmenin kendi ailesinden ve
çevresinden topladığı tarihi eşyalardan kişisel bir müze (Alibey Kudar
Etnoğrafya Galerisi) yapacak kadar değerli biri. Biz gezilecek yerler listesine
kendisini eklediğimde bu ismin, tarihte bir savaşın kazanılmasına yardımcı olan
bir kumandan olabileciğini düşünmüştüm. Ancak Tahtakuşlar Köyü’nde yer alan müzeye
girdiğimizde kendisi karşıladı bizi ve merak ettiğimiz bazı eşyaları anlattı.
Yörük çadırı, Kurtuluş Savaşı’ndan kalma eşyalar, Edremit Körfezi’nden
çıkarılan ilginç büyük balıkları, deri sırtlı kamlumbağa ve bu kişisel müzede görebilirsiniz. Üstelik
kendisi yakın zamanda hala hayatta olan 50 yıllık eşinin heykelini yaptıran
kişi olarak da tanınıyor. ‘Hala böyle insanlar var mı’ dedirtecek bir insan kendisi...
GÖRMEDEN DÖNMEYİN!
* Yeşilyurt Köyü
* Adatepe Köyü
* Zeus Altarı
* Assos(Behramkale) Antik Kenti
* Kaz Dağları Milli Parkı
* Hasanboğuldu Şelalesi
* Alibey Kudar Etnoğrafya Galerisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder